Türlerin Gayri Meşru Çocuğu: Yer Altı Edebiyatı


Demir F.

Üvercinka, cilt.1, sa.67, ss.11-15, 2020 (Hakemsiz Dergi)

  • Yayın Türü: Makale / Tam Makale
  • Cilt numarası: 1 Sayı: 67
  • Basım Tarihi: 2020
  • Dergi Adı: Üvercinka
  • Sayfa Sayıları: ss.11-15
  • Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

TÜRLERİN GAYRİMEŞRU ÇOCUĞU: YERALTI EDEBİYATI

                                             Fethi DEMİR·

Giriş

Sanatın her alanında olduğu gibi edebiyat biliminin temel araştırma sahalarından biri tür konusudur. Zira insanlığın edebiyat üretiminin tarihi aynı zamanda edebiyat teorisi üretiminin de tarihidir. Antik çağdan modern topluma, tarım toplumundan enformasyon çağına, folklorik yerel kültürlerden, postmodern küresel atmosferin multikültürel dünyasına kadar çok geniş bir uzam boyunca insanlar bir taraftan şiirler, destanlar, tiyatrolar, romanlar, öyküler vb. türlerden sözlü/yazılı eserler ürettiler; öte yandan bu ürettikleri eserlerin ne olduğunu,  diğerlerinden ayrılan özelliklerinin neler olduğunu saptamaya çalıştılar. Bu süreç boyunca iki temel yaklaşımın öne çıktığını söyleyebiliriz. Bunlardan ilki, tür kuramını artzamanlı, sürekli gelişen ve dönüşen, hemen her eserde farklılaşan amorf ve esnek yapısı olan bir kavram biçiminde niteler. İkincisi ise daha çok yapısalcılıktan, Saussure’ün “özgünlüğü tarihsel gelişimden bağımsız olarak, zamanın belirli bir anında ele alınan” (Kıran, Eziler Kıran 2010: 24) eşzamanlı teorisine dayanan ve edebi türleri; içerik, biçim, üslup gibi birtakım kriterleri saptanabilen, niteliksel ve niceliksel açıdan veri analizleri yapılabilen bilimsel kipler/formlar olarak tanımlar. Edebiyatı, yansıtma kuramının verilerine bağlı olarak açıklayan birinci teoriye göre edebiyat, mimesise ve diegesise yani taklit etmeye ve anlatmaya dayalı bir sanattır. Bu nedenle yansıttığı toplumun kültürel, sosyal, ekonomik ve politik atmosferinden bağımsız düşünülemez. Edebi türler de bu bağlamda, belirli sabit formların, içeriklerin ve üslupların donuk bir biçimde yer aldığı statik kalıplar değillerdir. Neredeyse her yeni metinle farklılaşır, değişir ve gelişirler. (Özata Dirlikyapan 2018: 7)· Hatta bir türdeki herhangi bir metin, nadiren türün karakteristik özelliklerinin tümüne sahiptir. Yine bu anlayışa göre edebi türler için belirli kriterler saptamak, özellikle içerik unsurlarından hareketle edebi metinleri bir türe dâhil etmek yanlıştır. Edebi türler durağan süreçler olmadığı için toplumsal yapıya koşut olarak dönüşür, toplumsal yapının kompleks yapısına benzer bir görünüm kazanır.

Edebiyatta, sinemada ve televizyonda tür meselesi, dijital ilişkilerin egemen olduğu günümüzün küresel kapitalist çağında, başka bir boyuta evirilmiştir.  Postmodern düşüncenin yapısöküme uğrattığı yapısal bütünlük neticesinde edebi türlerin de parçalandığı, metamorfoza uğratıldığı, parodi, pastiş, palimpsest, ironi gibi yöntemlerle metinlerarasılıktan beslenen oyunsuluğa ve üstkurmacaya dayalı eklektik, çokkatmanlı, karnavalesk türlerin filizlendiği söylenebilir. Birçok sanatçının/eserinin klasik anlamdaki türleri karikatürleştirdikleri, deforme ettikleri ve böylece aslında ne kadar eser varsa hatta ne kadar okur varsa o kadar tür vardır gibi bir durumun oluştuğunu eklemek gerekir. Neticede oluşan bu kaotik durumu, farklılaşan algıları, beklentileri ve tanımları tasnif etmek/gruplandırmak için tür kuramına yine ihtiyaç vardır. Çünkü bu kez de okurun/izleyicinin okuyacağı/izleyeceği eserler konusundaki tür bilgisinin eksikliği ya da belirsizliği, bu eserlere karşı olan ilgiyi, dolayısıyla da tüketimi azaltmaktadır. Bu bağlamda türlerin bir eserler külliyatı olmanın ötesine geçerek okuyucunun/izleyicinin beklentisini maniple eden, yönlendiren eserin tüketimini arttıran bir reklam aracına dönüşmesi kaçınılmazıdır.

Son tahlilde edebiyatta tür meselesi, Aristoteles’ten bu yana tartışılan edebiyatın ve sanatın ana konularından biridir. Tarih boyunca birçok filozof, kuramcı, edebiyat araştırmacısı ve edebiyatçı türleri tanımlamak, kriterlerini saptamak, diğer türlerle farklarını ve ortaklıklarını göstermek, kimi zaman retrospektif bir yaklaşımla tarihi gelişim sürecini anlatmak kimi zaman da eşsüremli bir yaklaşımla tarihten, yazardan ve toplumdan soyutlayarak bir deney nesnesi gibi yapısal özelliklerini tespit etmek için çabalamışlardır. Tüm bu çabalar günümüzdeki edebiyat çalışmalarının ana sorunsallarından birini teşkil etmektedir. Bu durum Yeraltı edebiyatı için de geçerlidir.  Yeraltı edebiyatının tarihi insanlığın ilk edebi üretimlerine kadar uzanmakla birlikte, bir tür olarak ortaya çıkışı modern ve modern sonrası döneme rastlar. Kuşkusuz böylesi bir edebî türün ortaya çıkışı; felsefi anlamda yabancılaşma, iletişimsizlik, asosyallik ve varoluşsal sorunlarla boğuşan, kapitalizmin örselediği, modern yaşamın kafkaesk labirentlerinde kaybolan anti kahramanın, yaşama köktenci bir isyan etme hâliyle ilintilidir. Fanzinler, forumlar, belirli dar gurupların kapalı devre toplantıları biçiminde kendini gösteren Yeraltı edebiyatı; toplumsal, sosyal, kültürel ve sanatsal farklılaşmasına koşut biçimde dönüşür. Postmodern, küresel, polisiye, distopya, politik, psikolojik, siberpunk ve erotik edebiyat gibi türlerle/eğilimlerle ilişkilenerek ilk örneklerinden oldukça farklı bir noktaya evirilir.

İnsanlık Tarihinin Karşı Akıntısı: Yeraltı Edebiyatı

Yeraltı edebiyatı, tarihî anlamda, insanlığın ilk edebi üretimlerine uzanan bir geleneğe sahip olmakla birlikte esas olarak 20. yüzyılın son çeyreğinde belirginleşen bir türdür. Önceleri kara anlatı, marjinal edebiyat, sokak edebiyatı, kötücül edebiyat vb. adlarla nitelenen Yeraltı edebiyatı, Batı dünyasında teknoloji, yabancılaşma ve postfordist kapitalizmin etkileriyle oluşan karşı kültürün edebiyata yansıması olarak 19. yüzyılın sonlarında güçlenmiştir. (Gökalp Alpaslan 2009: 20-22) Bu bağlamda bir tür olarak kabul edilmesinden çok öncelere dayanan arketipsel ve tarihî bir arka plana sahiptir. Mitolojilerdeki yeraltı tanrılarından lanetlenen toplumlara; katledilen, hapsedilen, çarmıha gerilen, kuyulara atılan, sürgün edilen peygamberlerden derisi yüzülen, aforoz edilen, giyotinle başı kesilen düşünürlere, dervişlere, bilim insanlarına ve muhaliflere kadar geniş bir uzam içerisinde aykırı söylemler, itirazalar, protestolar varlığını sanatta ve edebiyatta da göstermiştir. Bir bakıma “hangi ülkede, hangi çağda olursa olsun ‘ana akım’ın ve popüler edebiyatın dışında kalmayı tercih eden, popüler edebiyatın jargonuyla konuşmayan ve hayatın ana damarlarında değil, altta akan kılcal damarlarından beslenen bir edebiyat türü” (Öktem 2013: 4) hep olagelmiştir. Metaforik bir ifadeyle “mağara duvarına çizilen ilk aykırı çizikten”, “mağara duvarına yazılan ilk aykırı ifadeden” beri Yeraltı edebiyatı da vardır.

İlelebet Yeraltı Olur Mu Hiç?:  “Her Marjinal Bir Gün Yerüstüne Çıkacaktır!

Yeraltı edebiyatı, öncelikle bir tür olmadan önce bir süreç/durum (hâl) olarak nitelenebilir. Nitekim genel anlamda kanon dışı bir söylem içeren, yenilikçi, avangart hemen her eserin ya da yazarın yolu Yeraltı edebiyatının paftalarıyla bir biçimde çakışmıştır. Çünkü bu vasıflara sahip hemen her eser, yazar, akım ya da tür, belirli bir dönem de olsa “yeraltı olma hâlini” yaşamıştır. Keza bir eser ya da edebiyatçı için “yeraltı olma hâli” döneme, kültüre, sosyopolitik yapıya ve toplumsal atmosfere göre değişen bir durumdur. Yani tarih boyunca edebiyatçıların, eserlerin, akımların ya da türlerin “yeraltında” kalma süresi, onların ne kadar yeraltı olduğunun alametifarikasıdır. Zira birçok edebiyat ve sanat akımı müesses nizama karşı bir tavır alarak ortaya çıkmış ve bu bağlamda eserler üretmiş, edebiyatçılar yetiştirmiştir. Elbette bu yeniliklerin hepsi ilk başta yadırganmış, edebi ve estetik olmamakla suçlanmış, dolayısıyla yeraltı olarak nitelenmiştir.  Fakat zamanla kendini kabul ettiren, değişen toplumsal, ekonomik ve kültürel ilişkilerle birlikte “yerüstüne” çıkan bu eserler, ortalama okurun ilgisini çekmiş hatta yeni kanonun içinde yer alarak kendisinden sonraki eserlerin “Yeraltı olarak nitelenmesine vesile olmuştur. (Demir 2018: 111) Yani bir eserin “yeraltı olması”, öncelikle çağın paradigmasıyla ilgili bir durumdur. Örneğin Antik Yunan’da, Platon Devlet adlı yapıtında; şiir ve tiyatro başta olmak üzere edebiyatı ve sanatı gereksiz ve zararlı olarak değerlendirir ve bir bakıma kurumsal olarak sanatın ve edebiyatın yeraltı olduğunu savunur. Ortaçağ’da ise skolastik düşünce tarafından kanonun dışında bırakılan, gayriahlaki olarak yaftalanıp adeta lanetlenen anlatılara rastlamak mümkündür. Benzer biçimde Fransız Devrimiyle güçlenen ve klasisizmin aristokrasiye, ölçüye ve akla dayanan seçkinci tavrını ters yüz eden Romantizm de önceleri bir yeraltı akımı gibi filizlenip sonrasında kendini kabul ettirip bir ana akıma dönüşmüştür. Yine modern sonrası sanat akımları, önceleri marjinal ve yeraltı olarak değerlendirilir. Sürrealizm, Dadaizm, fütürizm, kübizm, egzistansiyalizm vb. akımlar bağlamında üretilen sanatın ve edebiyatın yerleşik sanat ve edebiyat kurumları tarafından çoğu zaman yeraltı olarak görüldükleri aşikârdır.

Yeraltı edebiyatının bir türe dönüşmesi, yukarıdaki sürecin/durumun (hâl) sürekliliği, kalıcılaşması ve nihayetinde karakteristik bir kimlik ve etiket vasfı kazanmasıyla mümkündür. Başka bir ifadeyle ancak, “yerüstüne çıkmaya ayak direyen”, “yeraltı olma halini”, yüzyıllar boyunca sürdüren eserler üzerinden Yeraltı edebiyatı bir tür olarak değerlendirilebilir. Yeraltı edebiyatı, tür olarak “yeraltı olma hâlini” dikey ve yatay anlamda genişleyen ve derinleşen bir düzlemde sürdürebilme gücüyle anlaşılabilir. Öte yandan küresel kapitalist pazarın belirlediği günümüz yayıncılık dünyasında, Yeraltı edebiyatının da paradoksal bir biçimde kodlandığını da eklemek gerekir. Bir taraftan yüzyıllar boyunca kendi varlığını, ana akımın dışında kalarak, muhalefet ederek koruyan “hakiki bir Yeraltı edebiyatı” ile kitap endüstrisinin satış potansiyelini göz önünde bulundurarak kategorize etmeye çalıştığı, raflar ayırdığı, kataloglar hazırladığı daha sistem içi sayılabilecek “popüler Yeraltı edebiyatı” türün iki değişik tarzı olarak varlığını sürdürmektedir.

Türün Metamorfozu: Pikarolardan Günümüze Edebiyatın Asi Mihrakları

Yeraltı edebiyatının hangi formlar/türler içerisinde kendine yer bulduğuna, günümüze uzanan süreç boyunca nasıl bir dönüşüm gösterdiğine bakmakta fayda var. Öncelikle bireyin hikâyesini odağına alan, aristokrasiyi, geleneği, toplumsal, dini ve ahlaki değer yargılarına karşı özgürlüğü, eşitliği, adaleti savunan burjuva döneminin anlatısı olarak ortaya çıkan roman türü, yeraltı sayılabilecek birtakım özellikler içerir. Fransız Devriminin ortaya attığı eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramların sıkı bir taşıyıcısı olan roman, ilk başlarda; Yeraltı edebiyatının “bütün her şeyi, herkesi, kutsal dokunulmaz olanı reddeden, var olana, kurulu düzene, normlara ve normal olana karşı başkaldıran” (Türkeş 2013: 37) karakterinden önemli izler taşır. Daha iddialı bir ifadeyle birçok yeni edebiyat türü gibi roman da yeraltında doğmuş, sonrasında bazı türleri yerüstüne çıkarken bazıları inatla yeraltında kalmaya devam etmiş modern edebiyatın başat anlatı türü/formu olarak değerlendirilebilir. Nitekim Fransız Devriminden sonra İngiliz edebiyatında filizlenen Gotik romanda iktidar karşıtı radikal bir söylemin mündemiç olduğunu savunan kimi araştırmacılar Yeraltı edebiyatını bu türle başlatırlar. (Kahraman 2005: 9) Yine “İspanyol edebiyatının en özgün anlatılarından birisi olan pikaro romanları; dilenciler, dolandırıcılar, namussuzlar, sabıkalılar ve her türlü toplum dışı yaşayanların” (Bolat 2013: 28) hayatlarına odaklanarak yeraltı anlatılarına kaynaklık eder. İspanya’da 17. yüzyıldaki ekonomik, ahlaki, kültürel ve sosyal çöküntünün neticesinde ortaya çıkan Cemil Meriç’in tabiriyle “çürüyen bir medeniyetin meyvesi” (Meriç 1998: 173) olan Pikaro anlatıları, “ana kahramanın alt tabakaya mensup biri olması, olayların birinci ağızdan aktarımı, eleştiri unsuru taşıması” (Önalp, Aydonat 2019: 12) gibi özellikleriyle modern anlamda Yeraltı romanına çok benzer.

Yeraltı edebiyatının bir tür olarak gelişim aşamalarından biri de 20. yüzyılın ikinci yarısında etkili olan devrimci romantik gençlik hareketlerinin etrafında üretilen eserlerdir. Nitekim 1950’li yıllardan sonra Amerika ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde “savaş karşıtlığı” yeni muhalefet söyleminin ana temasını oluşturur. Çünkü yaklaşık 30-40 yıllık bir süre zarfında geride büyük yıkımlar, katliamlar, ölümler bırakan iki dünya savaşı, toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik yapıyı da ters yüz eder, Soğuk Savaş yıllarıyla dünya iki kutuplu hale gelerek kültürel, sosyal, ekonomik, politik ve ideolojik anlamda ikiye bölünür. Özellikle 1960’lı yıllarda ivme kazanan devrimci romantik gençlik hareketleriyle birlikte başta Amerika olmak üzere NATO’ya bağlı pek çok ülkede protestolar yükselir. Bu muhalif hareketler arasında Yeraltı edebiyatını da derinden etkileyen en önemli girişimlerden biri Beat Kuşağı’dır. 1950'li yıllarda ABD toplumunun ortalama yaşamına, yozlaşan değerlerine karşı olan bu kuşak,   New York’ta bir araya gelir ve daha sonra “Batı yakası kardeşliğine katılan bir grup Amerikan şairleri ve yazarları kapsar. Beat Kuşağı doğaçlama, tutkulu diyalog, açık cinsellik ve uyuşturucu deneyimleriyle ilgilenerek” ahlak, erdem, gelenek ve aile gibi müesses nizamın başat unsurlarını sorunsallaştırır. Tüm bu yadırgatıcı girişimler doğal olarak edebiyata yansır. Nitekim bu toplulukların kapalı devre yayınlarında, müziklerinde, yaşam biçimlerinde kendini gösteren tavır, 60’lı yıllarda bu kez Hippi kültürünü doğurur. Hippiler, renkli kıyafetleriyle, uzun saçlarıyla, çiçek çocuklar olarak betimlenir. Kendilerine asla sınır koymayan, var olan tüm yerleşik kurumları ve değerleri reddeden, komün hayatını savunan, savaş karşıtı, özgürlükçü yapıları; modern anlamda Yeraltı edebiyatının ana üretim kaynaklarından biri olur. Benzer bir durum 1970’lerde bu kez İngiltere’den yükselen Punk kültürü/felsefesi/müziği için de geçerlidir. Yeraltı edebiyatının türsel anlamdaki dönüşümünü etkileyen unsurlardan biri de ekonomik krizin derinleştiği, gelir dağılımındaki adaletsizliğin arttığı nihilist ve karamsar bir atmosferde filizlenen Punk hareketidir. Yeraltı edebiyatını besleyen ana damarlardan biri olan Punk, esas itibariyle “70'li yılların ikinci yarısında İngiltere'de bir müzik akımı etrafında gelişen toplumun tüm değerlerini altüst eden, yıkıcı bir alt kültürdür. Müzikal alt yapısını 70'li yılların ortasında New York’taki bazı müzik gruplarından alırken, tavır ve tarzı ise İngiltere'de şekillenir. Punk'ın nihilist ve yıkıcı tavrı, zamanla gelişip olgunlaşarak, antifaşist, antikapitalist, anti militarist, anti otoriter, cinsiyetçilik ve homofobizm karşıtı, derin çevreci, hayvan haklarını savunan bir ideolojiye dönüşür.” (Güldallı www. turkiyedepunkveyeraltikaynaklarininkesintilitarihi.com. 03.09.2015) Punk hareketi, aynı zamanda Yeraltı edebiyatının ana üretim platformu olan, fanzinleri etkili kullanmasıyla Yeraltı edebiyatının gelişimine katkı sunar. Öyle ki Punk fanzinleri, yasal olarak çıkarılan dergilerden daha yüksek tirajlara ulaşır. Böylece dünya tarihinde belki de ilk kez alt kültürler, marjinal eğilimler; egemen sistemi ve söylemi bastırır.

Yeraltı edebiyatının türsel gelişim bağlamındaki tezlerden biri de bu edebiyatın transgresif kurgu/edebiyat olarak tanımlanmasına dayanır. Bu yaklaşıma göre Yeraltı edebiyatı kapsamında değerlendirilen anlatılar, esasında “Transgresif Kurgu/Edebiyat” olarak nitelenmelidir. Transgresyonel kurgu/edebiyat, toplumsal değerler ve yerleşik düzen içerisinde kendini dışlanmış hisseden, kimi zaman da bu dışlanmışlığı kendi kendine yaratan karakterlerin, bu kenara sıkışmışlıklarını kırmak için illegal ya da marjinal yollara başvurmalarını konu alır. Toplumsal yapının en temel normlarına karşı çıkarken kullandıkları yöntem ve sınırda yaşama hali, bu kurgu türünün protagonistlerini genellikle akıl hastası, anti-sosyal, ya da nihilisttik karakterler olarak ortaya çıkarır. Bu tür; genellikle uyuşturucu, seks, şiddet, ensest, pedofili, suç, vb. gibi tabulaşmış ya da tabulaşmaya müsait konular üzerine kuruludur. Bir başka tanıma göre de Transgresif kurgu/edebiyat, “ensest, diğer sapkın cinsel yöntemlerin, sakatlamanın, cinsel organların vücudun çeşitli yerlerine yerleştirilmeye çalışılmasının, kentsel şiddetin, kadınlara karşı şiddetin, uyuşturucu kullanımının, aile içi çürümüş-bozulmuş ilişkilerin yansıtıldığı; ayrıca dayanak noktasını bilginin limit deneyimle ulaşılabileceği ve bedensel olanın birincil öneme sahip olduğu edebiyat türüdür.” (Soukhanov 1996: 128)  Latince kökenli trans (öte, karşı, diğer) ve ingrediens (içinde, bileşeninde, dâhil vb.) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “Transgredi” diğer tarafa/yöne gitme anlamına gelir. Sözcüğün sıfat hali, 16. yüzyıldan itibaren “karşı tarafa geçen, karşı tarafı içeren karşıda olan” manalarında pejoratif bir yaklaşımla kullanılır. Kavram, günümüz İngilizcesinde de “aşmak, ihlal etmek, çiğnemek (emir), günah işlemek, karşı gelmek” gibi anlamlara gelir. Yeraltı edebiyatının kurgusal anlamdaki protest, aykırı ve karşı aksiyonel durumuna denk düşen transgersif kurgu terimi ise türü daha çok müesses nizama karşı sürekli eylemsellik içinde olan bir praksis durumu bağlamında kullanır. Elbette bu praksis algısı, Marks’ın “Dünya’yı açıklamak değil değiştirmek lazım, anlamında kullandığı durumdan farklı olarak “açıklamak yerine “yıkmak, irrite etmek, yapısöküme uğratmak” biçiminde düşünülür. Nitekim genel anlamda “aşırılıklar, ihlallerin anlatıldığı eserlerin geneli” transgresif kurgu/edebiyatı oluşturur.

Transgresif kurgu/edebiyat, kanonik edebiyata dâhil edilmeyen; toplumsal paradigmayı sarsıcı eylemleri, tavırları ve söylemleri içeren bir edebiyattır. İlk kez, Michel Foucault tarafından kavramsallaştırılan Transgresif kurgu/edebiyat, 18. yüzyılda görünür hale gelmekle birlikte kökleri çok öncelere uzanmaktadır. Nitekim dini ve mitolojik anlatılarda, özellikle dinlerin ana referansları olan kutsal kitaplarda bugün transgresif dediğimiz kurgunun/edebiyatın neredeyse benzeri bir hikâye etme biçiminin olduğunu söylemek gerekir. Bu bağlamda transgresif edebiyat/kurgu arkaik kökleri olan, kadim bir kurgulama kipidir. Nitekim kutsal kitaplarda dinin çizdiği sınırları aşan, dine karşı gelenlerinin anlatıldığı bölümlerde, “cinsel sapmalar, ateist inanışlar, kutsallara karşı işlenen suçlar, toplumsal kurallara isyan, günah işlemeyi sıradanlaştıran tavırlar, lanetlenen topluluklar gibi” transgresif kurgu/edebiyatın başlıca temalarına rastlamak mümkündür. Teriminin ortaya çıkışına dönersek Michel Foucault, A Preface to Transgression (1963) adlı denemesinde George Bataille’ın Story of the Eye (Gözün Öyküsü)  adlı hikâyesini Transgresif olarak niteler ve böylelikle Transgresif kurgu/edebiyat kavramı sanat, kültür ve akademi dünyasında tartışılmaya başlar. Bataille’ın bu öyküsünde,  sürekli bir eylemsellik içerisinde olan karakterlerin hayatının odağında cinsellik, ölüm ve müstehcenlik vardır. Pornografiyi kendi sürrealist deneyleri için bir araç olarak kullanan Bataille, her türlü sapkınlığın, ortalama insanı irrite edici aşkınlığın, hiçbir değer yargısı içermeyen fütursuzluğun betimlemesini yaparken tıpkı kutsal kitaplardaki lanetlenmiş sapkın kavimleri anlatır gibidir. (Bataille 2011: 265-309)

Bir kurgulama kipi olarak Transgresif kurgu/edebiyat, Foucault’dan sonra daha da yaygınlaşır. Özellikle Amerika’da, üzerine değerlendirmeler ve tespitler yapılır. Örneğin Los Angeles Times’ın edebiyat eleştirmeni Michael Silverblatt; Shock Appeal: Who Are These Writers, and Why Do They Want to Hurt Us (Şok Yakarış: Bu Yazarlar Kimdirler ve Neden Bize Zarar Verirler?) (1993) adlı yazısında Kathy Acker, Roland Barhes, George Bataille, Jean Baudrillard, Dennis Cooper, Joan Didion, Bret Easton Ellis, Michel Foucault, William Gass, Jean Genet gibi isimleri Transgresif kurgu/edebiyat üreten yazarlar arasında sayarken,  William S.  Burroughs ve Sade’ı ise türün klasikleri olarak gösterir. Michael Silverblatt yine bu yazısında Sade’a özellikle değinerek onun hayatını/eserlerini ele alır. Modern bir Transgresif roman olarak da Bret Easton Ellis’in American Psycho/Amerikan Sapığı’nı çözümlemeye çalışır. Günümüzde Yeraltı edebiyatının yükselişine paralel biçimde Transgresif kurgu/edebiyat da 1990’lı yıllardan itibaren yoğun ilgi görmeye başlar. Sadece roman ve edebiyat alanında değil sinema başta olmak üzere sanatın diğer dallarında da kendini gösterir.

Yeraltı edebiyatı; pikaro, gotik, punk, Beat kuşağı anlatıları ve Transgresif kurgu/edebiyat gibi türlerle ilişkilenerek kimi zaman bunları kapsayarak kimi zaman ise bu türlerle sentezlenerek farklı ülkelerde, farklı dönemlerde, farklı toplumsal atmosferlerde ve farklı yazarların üsluplarında bir tür olarak varlığını sürdürür. Günümüzde ise popülerleşir; polisiye, distopik, politik, gotik, ütopik, erotik, minör, siberpunk, bilimkurgu vb. türlerle sentezlenerek türsel bakımdan daha da zenginleşir. Öyle ki Yeraltı edebiyatı; özellikle 1960’lardan sonra yaygınlaşır, 1990’lı yıllarla birlikte kültür ve sanat dünyasında popüler/moda bir tür hâline gelir. Yeraltı eserlerini, büyük yayınevleri yayınlamaya başlar, kitapevleri bu tür eserlere özel raflar ayırır, edebiyat dergileri dosyalar hazırlayarak konuyu irdelemeye başlar, akademik dünya çoğu zaman mesafeli durduğu konuyu gündemine alır. Özellikle kara mizah tarzında yayın yapan dergiler, gazeteler, süreli yayınlar -büyük ölçüde fanzinlerin yeryüzüne çıkmış hâli olarak nitelenebilir- genç kuşaklar üzerinde önemli etkiler bırakır. Onların politika, kültür, sanat, gelenek ve gelecek hakkındaki fikirlerini derinden etkiler. Yine küresel anlamda bir okur kitlesine kavuşan Yeraltı eserleri, başka dillere çevrilir, sinemaya ve tiyatroya uyarlanır. Bu durum, paradoksal bir biçimde Yeraltı edebiyatının varoluş gerçeklerini aşındırır. Yeraltı edebiyatını adeta metamorfoza uğratarak yeryüzüne çıkarır ya da “yerüstünü yeraltılaştırır”.

Sonuç

Yeraltı edebiyatının bir tavır olarak ortaya çıkışı, sistemin temel değerlerine saldırmak, onunla sert bir mücadeleye girmektir. Bu mücadelede esas olan mücadelenin kendisidir. Kazanmak, yeni bir değer önermek yerine yıkmak, tahrip etmek bu anlayışın esasını oluşturur. Bu anlamda sahicilik önplandadır, cinsellik ve şiddet öğeleri soyutlanmaz. Argo, küfür ve jargon sansürsüzce kullanılır ve en sıra dışı olaylar bile yaşamın sert gerçekliği biçiminde anlatılır. Kişilerin bilinçaltı gizlenmez, transparan bir ruh haline sahip oldukları için idden gelen tüm arzuları, şehvet, cinsellik, erotizm, şiddet gibi eğilimleri açıkça sergilenir. Öğreticilik kaygısı taşımayan Yeraltı edebiyatının bir tür olarak gelişiminde ise iki temel anlayışın etkili olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki bireyin ilkel kimliğinden getirdiği dürtüleri baskılamaması neticesinde ortaya çıkan biyolojik/psikolojik arzuların egemen olduğu anlatılardır. Örneğin Transgresif kurgu/edebiyatı büyük oranda, Beat Kuşağı anlatıları ve günümüzün birçok popüler Yeraltı edebiyatı ürünleri kısmen bu bağlamda değerlendirebilir. İkinci bir eğilim ise yüzünü bireyin biyolojik ve psikolojik dürtülerinden çok, sistem eleştirisine çeviren anarşist, nihilist ve toplumcu bir damardan beslenen felsefi ve politik boyutu daha belirgin olan Yeraltı edebiyatı eserleridir. Pikarolar, distopyalar, kapitalizm karşıtı anlatılar bu tür içerisinde tasnif edilebilir. Aralarında çok keskin çizgiler bulunmamakla birlikte Yeraltı edebiyatı konusunda sürdürülen tartışmaların bu bireyci/toplumcu yaklaşımlar üzerinden sürdürüldüğü söylenebilir. Son tahlilde Yeraltı edebiyatı ister bireyin arzularına ket vurmadan yaşamasına ister sistem karşısındaki iflah olmaz muhalif tavırını sürdürmesine isterse her iki eğilimi birleştirmesine dayalı anlatılar biçiminde üretilsin, varlığını bir tür olarak sürdürmeye devam edecek gibi görünmektedir. İçinde yaşadığımız küresel çağın ürettiği devasa sorunlar; savaşlar, ekolojik tahribat, salgın hastalıklar, küresel ısınma, gelir dağılımındaki adaletsizlikler neticesinde ülkeler, toplumlar ve dolayısıyla bireyler arasında gittikçe açılan tarihsel süreç farkları Yeraltı edebiyatı için uygun bir zemin oluşturmaktadır. Öte yandan bireyin tüm tarihi, kültürel, sosyal ve ekonomik durumlar arasındaki farkların bilincinde ve bizatihi içinde yaşıyor olması Yeraltı edebiyatının neden ilgi gören, paradoksal bir biçimde popülerliği artan bir tür olduğunu kanıtlar niteliktedir. Nitekim arzunun ve tüketiminin kışkırtıldığı, varoluşun esas meselesi haline geldiği bir ortamda, arzularını gidermek, istediğince tüketime katılabilmek şansını bulamayan büyük kalabalıkların öfkesi, Lyotard’ın ifadesiyle “büyük anlatılara” olan inancın sarsıldığı da göz önünde bulundurulursa, Yeraltı edebiyatına doğru akmaktadır. Sonuçta Yeraltı edebiyatı; postmodern, küresel, e-edebiyat, polisiye, distopya, politik, psikolojik, siberpunk ve erotik edebiyat gibi türlerle/eğilimlerle ilişkilenerek türsel anlamda da çeşitlenecektir. Belki de önümüzdeki süreçte sadece edebiyatta değil; yaşamın ve sanatın hemen her alanında yeraltı söylemi veya tavrı daha da belirginleşecektir.

 

Kaynakça

Bataille, Georgas. (2011). Annem. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bolat, Tuncay. (2013). Türk Edebiyatında Yeraltı Romanı Üzerinde Bir Araştırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Demir, Fethi. (2018). “Türkiye’de Yeraltı Romanının Avangart Eseri: Mehmet Rauf’tan Bir Zambağın Hikâyesi”. The Journal of Academic Social Science Studies, 67, 109-121.

Güldallı,  Tolga. (03.09.2015). “Türkiye’de Punk Olmak,”. www.turkiyedepunktarihi.com.

Kahraman, Hasan Bülent. (2005). “ Dosya: Türkiye’de Yeraltı Edebiyatı Var Mı?”. Varlık. 1169, 8-13.

Kıran, Zeynel., Eziler Kıran, Ayşe. (2010). Dilbilime Giriş. Ankara: Seçkin Yayınları.

Önalp, Ertuğrul., Aydonat, Arzu. (2019). Tormesli Lazarillo. İstanbul: Can Yayınları.

Öktem, Altay. (2013). “Dünyada ve Türkiye’de Yeraltı Edebiyatı ve Türün Temel Özellikleri”. Kum.71, 4-7.

Özata Dirlikyapan, Jale. (Ed.) (2018). Edebiyatta, Sinemada, Televizyonda Tür Kuramı Temel Metinler. Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Soukhanov, Anne H. (1996). “Word Watch”. The Atlantic Monthly. 278/6, 128.   http://www.theatlantic.com/magazine/archive/1996/12/word-watch/376751.

Türkeş, Ali Ömer. (2013). “A. Ömer Türkeş ve Serap Telöz söyleşti”, (Söyleşi: Serap Telöz), Kum.71, 32-48.

 



· mfethi_demir@yahoo.com. Van YYÜ Öğretim Üyesi.

· Ayrıntılı bilgi için bkz. (Edebiyatta, Sinemada, Televizyonda Tür Kuramı Temel Metinler, Ed. Jale Özata Dirlikyapan, Doğu Batı Yayınları, Ankara: 2018. Bu eserde konuyla ilgili 12 makale Türkçeye çevrilmiştir. Bu makalelerde, Dünya’nın değişik ülkelerindeki akademisyenler ve araştırmacılar, tür kuramını farklı yönleriyle tartışır, edebiyat, sinema ve televizyon dünyasındaki izdüşümlerini irdelerler.)