21. Yüzyılda Uluslararası Göç Konferansı - VI, İstanbul, Turkey, 10 - 11 October 2022, vol.1, no.64, pp.21-22
Society, the
smallest unit of which is the family, is a formation that lives in the same
geography, fulfills various roles, and is considered to have to maintain
relations with each other. To be a society, it is necessary to unite around a
common ideal, to share the difficulties and beauties encountered, and to be
happy to be together. Every society has common ideals that it teaches while
raising new members born into it. However, throughout the history of humanity,
communities of various sizes left the geography they lived in and started to
seek new living spaces with better conditions or had to leave their living
spaces due to wars. Unfortunately; they hey have experienced sociological,
economic, psychological, and political problems with the members of the society
living there with their different religions, languages, nationalities, and even
different colored skins in the countries they migrated to. These problems have
led to the concept of 'other' for individuals who cannot integrate into society
or are prevented from being integrated. This has led immigrants to seek
identity. Whatever the reason for
leaving the society in which he was born, the existing concrete and abstract
ties have dragged immigrants into trauma and condemned them to live broken
lives. At the end of this struggle-filled road, the following question can be
asked very easily; Is it hard to be an immigrant or to stay behind? Migration is
a concept that has been going on for centuries, deeply affecting people's lives
in social and individual terms, and has economic, cultural, social, and
political causes and consequences. Accordingly, those who leave their homelands,
those who left behind, and those living in lands that have received migration
are also affected by this movement. After World War II, with the changing world
order, new waves of migration emerged, and people left their homelands with the
hope of better living conditions and a better future. In this period,
immigration to countries such as England and Germany was seen intensively.
These migrations have inspired writers in literary works. Causes and
consequences of migrations, the turmoil of the characters in their inner world,
loneliness, alienation, and otherness are among the themes of migration novels
written in the postmodern period. The most important common point of the novel
characters, who find the solution to migrate in the changing economic and
social order after the war in the 1950s, is the search for identity, a sense of
belonging, and otherness. Fakir Baykurt and Sevim Çokum from Turkish Literature
and Andrea Levy and Zadie Smith from English Literature are among the writers
who reflect on the post-war migrations and their effects in their novels. In
this study, the migration-themed works and main characters of the
aforementioned authors will be analyzed, and the inner worlds and
contradictions of the characters will be mentioned.
Toplum; aynı
coğrafyada yaşayan, çeşitli rolleri yerine getirerek birbirleri ile ilişkiler
sürdürmek zorunda olduğu değerlendirilen, en küçük birimi aile olan bir
oluşumdur. Toplum olabilmek için ortak ideal etrafında birleşmek, toplumda
karşılaşılan zorluk ve güzellikleri paylaşmak ve birlikte olmaktan mutlu olmak bir
gerekliliktir. Her toplum, kendi içine doğan yeni üyelerini yetiştirirken
öğrettiği ortak ideallere sahiptir. Ancak insanlık tarihi boyunca çeşitli
nedenlerle çeşitli büyüklükteki topluluklar yaşadıkları coğrafyayı terk ederek
daha iyi şartların var olduğu yeni yaşam alanları aramaya başlamışlar ya da
savaşlar sebebiyle yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Göç
ettikleri ülkelerde sahip oldukları farklı din, dil, milliyet, hatta farklı
renkte tenleri ile orada yaşamakta olan toplum fertleri ile sosyolojik,
ekonomik, psikolojik ve politik sorunlar yaşamışlardır. Bu sorunlar, topluma
entegre olamayan veya entegre olmaları engellenen bireyler için 'öteki'
kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum göçmenleri kimlik aramaya
yöneltmiştir. İçine doğduğu toplumundan ayrılma sebebi ne olursa olsun, var
olan somut ve soyut bağlar göçmenleri sarsmış ve kırık hayatlar yaşamaya mahkûm
etmiştir. Yaşanan mücadele dolu yolun sonunda çok rahat şu soru sorulabilir;
“Giden olmak mı yoksa geride kalmak mı zor?” Göç ve göçmenlik yüzyıllardır
süregelen, toplumsal ve bireysel anlamda insanların hayatını derinden
etkileyen, ekonomik, kültürel, sosyal ve politik sebep ve sonuçları olan
kavramlardır. Buna göre; vatanlarını terk edenler, geride kalanlar ve göç almış
topraklarda yaşayanlar da bu hareketten etkilenmektedir. II. Dünya Savaşı'ndan
sonra değişen dünya düzeniyle birlikte yeni göç dalgaları ortaya çıkmış ve
insanlar savaş sonrası krizin de neden olduğu arayışla daha iyi yaşam koşulları
ve daha iyi bir gelecek umuduyla yurtlarını terk etmişlerdir. Bu dönemde
İngiltere ve Almanya gibi ülkelere yoğun bir şekilde göç görülmüştür. Toplumsal
bir olgu olan göç edebî eserlerde yazarlara ilham kaynağı olmuştur. Göçlerin
nedenleri ve sonuçları, karakterlerin iç dünyalarındaki çalkantılar, yalnızlık,
yabancılaşma ve öteki kavramı post modern dönemde yazılan göç romanlarının başlıca
temaları olmuştur. 1950lerde ve sonrasında savaş sonrası değişen ekonomik ve
sosyal düzende çareyi göç etmekte bulan roman karakterlerinin en önemli ortak
noktası kimlik arayışı içinde olmaları ve ‘öteki’ olma hissidir. Çalışmamızda;
Türk Edebiyatından göç edenleri eserlerine yansıtan Fakir Baykurt ve Sevim
Çokum, İngiliz Edebiyatından savaş sonrası dönemde göç edenleri eserlerine konu
eden Andrea Levy ve Zadie Smith incelenecektir. Son yıllarda dünya gündemine
oturan, göç problemi üzerine çalışma yapanlar arasında olan bu dört yazarın
eserlerindeki göçlerin neticeleri, benzerlikleri ve farklılıkları ele alınacak,
ana karakterler analiz edilecek, karakterlerin iç dünyalarına ve yaşadıkları
çelişkilere değinilecektir.