in: Yılmaz Önay Armağan Kitabı, Doç. Dr. Murat ÖZTÜRK,Doç.Dr. İrfan POLAT, Editor, Akademisyen Kitabevi, İstanbul, pp.231-250, 2021
KÜRESEL ROMANDA TARİHÎ GERÇEKLİĞİN İŞLENİŞİ:
CEHENNEM VE VEBA
GECELERİ ÖRNEKLERİ
Fethi
DEMİR*
Nahide
Ece SÜSLÜ **
Giriş
Edebiyat; olayların, duyguların, düşüncelerin, hayallerin,
sorunların, tarihî birikimin ve gelecek tahayyülünün sözlü, yazılı hatta işin
içine günceli de katarsak dijital olarak sunulduğu, belirli içerik ve biçim
özellikleri taşıyan, kurmacanın ve estetik kaygıların önemsendiği dile dayalı
sanatların ortak adıdır. Bu nedenle edebiyatın sosyal, siyasî, ekonomik,
estetik, sanatsal, kültürel, psikolojik ve tarihî pek çok alanla
ilişkisi/etkileşimi vardır. Öte yandan bu ilişki, kökleri insanlığın ilk
etkinliklerine dayanan kadim bir mirasa sahiptir. Başka bir ifadeyle insanlık
tarihinin gelişim ölçütlerinden biri de edebiyattır. İnsanlık tarihi boyunca
bir toplumun gelişmişlik seviyesinin, o ülkede üretilen edebiyatın niteliğiyle
uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim tarih boyunca belirli bir kültür ve
medeniyet inşa edebilen toplumların aynı zamanda önemli edebiyatçıları yetiştiren
toplumlar olduğu da aşikârdır. O halde edebiyatın varlığını, anlamını ve
değerini hep toplumla arasındaki bu tarihî ve diyalektik ilişki bağlamında
düşünmek gerekir.
Edebiyatın, edebî ürünlerin varlığı, insanlığın ortaya
çıkışına dayanmasına, edebiyatla insanlık tarihi arasında diyalektik bir ilişki
olmasına rağmen edebiyat ile tarih arasındaki ilişki konusunda aynı şey pek
söylenemez. Edebiyat ile tarih özellikle iki ayrı disiplin olarak alanları,
bakış açıları, yöntemleri, kriterleri ve teknikleri oluşmaya başladıktan sonra bazı
noktalarda fikir ayrılığı yaşar. Her şeyden önce tarihî olayların edebiyat
eserine yansıtılış biçimi başta olmak üzere tarihî bir metnin edebî değeri,
keşfedilen bir vesikanın çözümlenmesi, edebiyatın çağlar boyunca geçirdiği
dönüşümün anlaşılması gibi başlıklar edebiyat ile tarih ilişkisinin esas alanları
olarak kabul edilebilir. Ama esas tartışmalı alan, yukarıda da belirtildiği
gibi edebî anlatıların muhtevasına tarihî gerçekliğin aktarılmasında yaşanır. Nitekim
tarihin beslendiği kaynak; geçmişte yaşanmış olaylara, olgulara, insan hayatını
ilgilendiren durumlara dayanır. Bu noktada, “tarih bilimi veya tarihçi, genelde
insanlığın, özelde toplumların geçmişte karşı karşıya kaldığı önemli olayları
ayrıntısına girmeden konu edinir. Edebiyat ise, daha çok tarihin anlatmadığı
sıradan kişi ve olaylarla, bunların bıraktığı izlerin ayrıntılarıyla
ilgilenir.” (Erol, 2012: 60) Yine tarih, belli bir ulusa, zamana ve coğrafyaya
özel söylemler içerir; yani özel ve yerel olanı, olmuş olanı yansıtır.
“Tarihçi, genellikle anlattığı şeylere birebir şahit olmamıştır. Dili sıkıcı ve
kuru, içeriği ise verdiği örnekler ideali değil de olanı yansıttığı için,
ahlakî açıdan zayıftır. Tarih, sadece kurgunun hüküm alanı dâhilinde olan, İlahî
Adalet’i bilmez. Tarihte, hak etmediği halde yenilgiye, ihanete uğramış uluslar
ve kişiler vardır. Oysa edebiyat, olanı değil, olması gerekeni yansıtabildiği
için hem daha evrenseldir hem de ahlakî açıdan daha faydalıdır.”
(Antakyalıoğlu, 2013: 113) Elbette, tarihî olayları estetik bir bakışla
kurmacanın dünyasına taşırken sıradan insanı odağına alması ya da tarihteki
ünlü kişilerin bireysel yönlerini, psikolojik boyutlarını, korkularını,
zaaflarını, çelişkilerini, acılarını ve mutluluklarını betimlemesi de edebiyatı
daha cazip ve etkileyici kılar. Zaten, tarihî romanın, şiirin, öykünün ya da
filmin çoğu zaman tarih kitaplarından veya tarihî belgelerden daha fazla ilgi
çektiği de aşikârdır.
Tarihî gerçekliğin edebiyata yansımasında farklı bakış
açıları mevcuttur ve edebiyat-tarih ilişkisinin esas can alıcı noktasını burası
oluşturmaktadır. Bu bakış açılarından ilki, edebiyatın tarihe sadık kalmasını
savunan anlayıştır. Bu anlayışa göre edebiyatçı, tarihî gerçekliği olduğu gibi
aktarmakla yükümlüdür. Kendi şahsî yorumunu işe katmamalı ya da katsa bile bunu
tarihî gerçekliğin özüne dokunmadan yapmalıdır. Bu durumda edebî ve estetik
yönü zayıf ama tarihî gerçekliğe sadık, belgesel niteliği taşıyan tezli, didaktik
anlatılar çıkar. İkincisi tarihî olayları edebiyat için bir malzeme gibi gören
ve edebiyatçıya bu malzemeyi özgürce kullanma imkânı veren eğilimdir. Özellikle
son yarım asırda öne çıkan bu eğilim bizim de çalışmamızın mevzuunu oluşturan Cehennem ve Veba Geceleri adlı romanlar için de geçerlidir. Küresel kapitalist
çağın kültürel mantığına denk düşen bu yaklaşım “postmodern tarihî romanlar”
diye de nitelenebilir. Nitekim bu bağlamda tarihî gerçekliği, postmodern anlatı
tekniklerinin potasında dönüştüren edebiyatçı; çok katmanlı, çok kültürlü,
metinler arası ilişkilere yaslanan, üst kurmaca bir düzlemde hayat bulduğu için
oyunsuluk eğilimi taşıyan bir tarihî atmosfer inşa eder. Her türlü sosyolojik,
psikolojik ve kültürel kodla bağı çözülmüş, farklı yüzyıllardan, kültürlerden
ve eğilimlerden beslenen postmodern tarih anlayışı, tüm roman unsurlarını bir
malzeme olarak algılayan yazarın kendi hayal dünyasında özgürce kurduğu oyunsu
kombinasyonlarla doludur. Küresel roman çağının gerçeğine denk düşen bu
anlayışta; edebiyatçı kendi eserini yaratırken tarihi araçsallaştırır; palimpsest, anakronizm, parodi, ironi,
metinler arasılık gibi tekniklere başvurur. Öte yandan tarih ile edebiyat
arasındaki ilişki konusunda sentezci bir eğilimden de bahsetmek gerekir. Bir
üçüncü yaklaşım olarak niteleyebileceğimiz bu anlayış ise tarihî gerçekliği
edebiyata yansıtırken hem tarihin hassasiyetlerini göz önünde bulundurur hem de
işin edebî yönünü ihmal etmez. Bir bakıma tarihî gerçekliği edebiyatın imkânlarıyla
sunarak okuru, hem bilgilendirir hem de bu işi, edebî ve estetik kaygıları
gözeterek kotarır.
İşin özüne dönecek olursak, küreselleşmenin tüm kurumlarıyla
yerleştiği, yaşamın hemen har alanına bir biçimiyle etki ettiği bu çağda,
şüphesiz edebiyatın tarihle olan ilişkisi de yukarıda da belirtildiği gibi daha
girift bir hal almıştır. Bu meseleyi derinlemesine analiz etmek için küresel
roman teorisi bağlamında, Dan Brown’un Cehennem
ve Orhan Pamuk’un Veba Geceleri
adlı eserleri incelenmiştir. 21. yüzyılın edebiyat dünyasına ait ve küresel
roman örneği olarak kabul edebileceğimiz bu iki eserde, tarihî gerçekliğin
sunuluş biçimi araştırılmıştır. Romanlar, içerik analizine tabi tutulmuş; olay
örgüsü, kişiler, yer, zaman düzleminde karşılaştırmalı olarak irdelenmiştir.
Her şeyden önce bu iki eser, tarihî boyutlarına, geçmişle bir biçimde
ilişkilenmelerine rağmen salgın meselesini odağına alarak dünyanın karşı karşıya
olduğu küresel felakete gönderme yapan metinlerdir. Üstelik her iki eserin de
Covid-19’dan önce yazılmaya başladığını, Dan Brown’nun eserini 2000’li yılların
başında yayımlayarak esasında küresel salgına ilişkin öngörülü bir yaklaşım
sergilediğini, Orhan Pamuk’un da yine benzer biçimde salgından yaklaşık beş yıl
önce başladığı eserini tam da salgının küresel bir felakete dönüştüğü günlerde
yayımladığını belirtelim. Bu anlamda Aristotles’in “tarih olmuş olanı, hikâye
ise olabilir olanı anlatır” sözüne de atıf yaparak aslında edebiyatın tarihten
beslenmekle birlikte kimi zaman da tarihi kurduğunu, bir nevi gelecekte
olacakları önceden işaret ettiğini de söyleyebiliriz. O hâlde tarih ile
edebiyat arasındaki ilişkinin diyalektik bir ilişki olduğu, edebiyattın
tarihten beslendiği kadar tarihi belirlediği de daha net anlaşılabilir.
* Doç.
Dr., Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı, mfethi_demir@yahoo.com
** Yüksek Lisans Öğrencisi,
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı, nahideecesuslu@gmail.com