Şüphe Edilmez Bir Hakikat Olarak Hz. Nuh ve Tufan Olayı


Creative Commons License

Aydın H.

Bingöl Üniversitesi İlahiyat FakültesiDergisi, cilt.14, sa.14, ss.39-50, 2019 (Hakemli Dergi)

Özet

Kur’ân tefsirinde bedihiyat (realite) önemli bir konudur. Müfessirlerin bir kısmı bedihiyata riayet etmeden Kur’ân’ı tefsir ettiklerinden birçok akıldışı ve hakikat ile çelişen şeyler nakletmiştir. Bunlardan birisi Nuh tufanı ve Nuh’un gemisidir. Tevrat’taki bilgilerden yararlanan bu müfessirler tufanın bütün yeryüzünde olduğunu ve yeryüzünün sularla dolduğunu, bu suların yükselip dağları bile aşarak sonunda geminin Ararat (Ağrı) üzerine indiğini söylerler. Gemi kalıntılarının bulunmasıyla ilgili günümüzdeki arkeolojik çalışmalar ve araştırmalar da Tevrat’taki bilgilerden hareketle genellikle Ararat dağı üzerinde yapılmaktadır. Hâlbuki bu düşünce hem jeolojik olarak akıl dışıdır hem de Kur’ân’la tenakuz teşkil etmektedir. Kur’ân’ın “…Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü taşımaz. Biz bir peygamber göndermedikçe (bir topluma) azap etmeyiz evrensel ilkesine uygun olarak tufanın Hz. Nuh’un büyük ve uzun mücadelesine rağmen daveti kabul etmedikleri ve bedduaya uğradıkları için kavminin başına geldiğini kabul etmek lazımdır. İslami kaynaklar ve arkeolojik kazılar Nuh’un Mezopotamya’da yaşamış olduğu gerçeğine delalet etmektedir. Bu şekilde Hz. Nuh’un varlığının ve tufanın tespit edilmesi dinler tarihi açısından büyük bir anlam ifade emektedir. Çünkü Nuh insanlık tarihinin en eski resul peygamberi olup ilahi mesajların topluma açık bir şekilde iletilmesi kendisiyle başlamıştır. Bu açıdan Hz. Nuh ve tufan gerçeğini irdelemek, hakikatini tespit etmek gayet önemi haiz bir konu olmaktadır.